Baby Reindeer’dan Bir Hatırlatma: Misery (1990)

Baby Reindeer’dan Bir Hatırlatma: Misery (1990)

Netflix’te yayınlanan, 2024 yapını Baby Reindeer adlı mini dizi hem eleştirmenler hem seyirciler tarafından oldukça beğenildi. Hatta öyle ki, sinemaya uyarlanan kitaplarında çok fazla psikopat karakterlerle karşılaştığımız Stephen King bile bu diziyle alakalı “BABY REINDEER: Holy Shit.” diye bir tweet atmıştı. Böyle psikopat karakterlerin yer aldığı bir dizide, King’in tepkisini dikkate almamız gerektiğini düşünüyorum. Olayın içinde hem Stephen King hem de bir stalker hikayesi olarak başlayan Baby Reindeer olunca, akıllara başka bir film daha geliyor, o da 1990 yapımı, “Misery”.

Böyle eski bir filmi bugün hatırlamamızın sebebi, Baby Reindeer dizisindeki Martha karakterinin belirli noktalarda Misery filmindeki Annie Wilkies ile olan benzerlikleri. Aynı zamanda Stephen King de London Times’a verdiği bir röportajda, bu dizinin kendisine Misery’yi hatırlattığından bahsediyor.

“My first thought was to thank God my novel [Misery] came first, or people would assume I’d stolen it from Richard Gadd, who wrote and produced seven-episode series and also stars in it.”

“İlk tepkim, iyi ki romanımın daha önce çıktığını düşünmek oldu, yoksa insanlar bu hikâyeyi yedi bölümlük dizinin yapımcısı ve başrolü olan Richard Gadd’ten çaldığımı düşünürdü.”

Filme adını veren “Misery”, yazarı Paul Sheldon olan bir roman serisinin adı olarak geçiyor. Bu roman serisi sayesinde Amerika’da oldukça ünlenen Sheldon, bunun getirisi sayesinde doygun bir kişiliğe bürünmüştür ve seriye son bir kitap eklemeye karar verir. Yazma rutinini gerçekleştirmek için Colorado’da bulunan Silver Creek’de bir pansiyon odasına yerleşir ve sessizce çalışarak romanını tamamlar. Kitap tamamlandıktan sonra ise bir dal sigarayla şampanyasını yudumlar. Bu tüm rutinlerini gerçekleştirip pansiyonu terk eder ancak bu sıralarda Silver Creek’te bir kar fırtınasına yakalanır. Sheldon’ın arabası yoldan çıkarak uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanır ve onu, arabasında baygın, iki bacağı da kırık bir halde, Annie Wilkes isimli bir kadın kurtarır. Eski bir hemşire ve Sheldon’ın kitaplarının büyük hayranı olan Wilkes, geçici süre yatağa bağlı yaşamak durumunda olan Sheldon’a yardımcı olur fakat zaman geçtikçe onun yataktan kalkmasına izin vermeyerek onu rehin alır. Aynı zamanda yeni bir roman üzerinde çalışması için ona baskı yapar. Hikâyenin sonunda ise Sheldon zekice bir planla Wilkes’i öldürerek bu rehin hayatından kurtulur.

Ek olarak bu film sayesinde, Annie Wilkes karakterini oynayan Kathy Bates, 1991 yılında Oscar almıştır.

Yaklaşık 1 saat 50 dakikalık süresinin tamamı boyunca gerilimi ve sürükleyiciliğini koruyan bu film, gerilim düzeyini ucuz “jumpscare”ler ya da müzikler ile değil, kamera açıları ve yakın çekimler sayesinde korumuş, Bob Reiner’ın yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılmıştır. Sheldon’ın evde rehin kaldığı sürenin boğuculuğunu çok iyi aktaran bu filmde, Stephen King’in hikâye yazmadaki başarısının yönetmenin elini güçlendirmesi sayesinde seyirciyi içine çekiyor. Aynı zamanda başrollerin, James Caan ve Kathy Bates’in oyunculuk performansları da üst düzeyde diyebiliriz.

Misery’ye sadece bir stalker hikayesi demek, film için basit kalır. Wilkes obsesif derecede yazar Sheldon’a takıntılı biri ve onun bir numaralı hayranı olduğunu dile getirerek, ona adeta “love-bombing” yapmaya başlar. Hastalığıyla ilgilenir. Sheldon’a baktığı süreçte, Wilkes’ın, Sheldon’ın zekasına, yazdığı romanları referans alarak hayran kaldığını görüyoruz. Bunu ise, Sheldon’ın pansiyonda yazdığı son romanı beğenmeyerek verdiği aşırı tepkiden anlıyoruz ve ikilinin ilişkisinde “Misery” romanının önemli bir yeri olduğunu fark ediyoruz.

Bence filmin, “Baby Reindeer” dizisinden ayrılan birçok noktası var. Örneğin, Annie Wilkes dindar, kırsal bölgede yaşamını süren muhafazakâr bir karakter iken; Martha, şehirli ve liberal bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada, Wilkes’ı boğucu kasaba hayatından çıkaran tek şey “Misery” romanları oluyor ve bu inanç sistemine sahip birinin bu romanları sanki bir kutsal kitap olarak ve yazarını da adeta bir havari olarak içselleştirmesini ve kendisini de adeta bir peygamber olarak görerek bu seriyi istediği şekilde sonlandırmak için Sheldon’a baskı yaptığını görüyoruz. İşte film bu noktada bir yol ayrımına giriyor.

Başlarda, Sheldon’ın doygun bir zihin yapısına ulaştığından ve yazdığı seriye devam etmek istemediğinden bahsetmiştik. Muhtemelen bu ruh hali yazarın yaratıcılığında bir tıkanıklık yaşamasına sebep oldu veya yaşadığı doygunluk daha kötü bir roman yazmasına sebep oldu diyebiliriz. Wilkes bu çıkardığı romanı o kadar beğenmiyor ki, yazardan bunu yok etmesini istiyor ve serinin sıkı bir takipçisi olarak okuyucuların daha çok beğenebileceği bir roman çıkarmasına yardımcı oluyor. Sheldon ise Wilkes’ın baskıları ve beklentileri ile motive olup, daha çok beğenilen bir metin çıkartıyor. Ek olarak final sahnesinde Sheldon, yazma rutinini tamamlamış şekilde sigarasını ve şampanyasını yudumluyor.

Film adına bir diğer bakış açısı ise, Paul Sheldon’ın bu olayları kafasının içinde yaşıyor olma ihtimali. Toksik hayranlığı, stalker’lığı ve birçok psikolojik durumu izlerken, bir yandan da yazarın onaylanma ihtiyacını deneyimliyoruz. Yeni roman yazma konusunda isteksiz olan yazar, ancak Wilkes’ın baskıları sayesinde motive olup istenilen eseri ortaya koyabiliyor. Son sahnelerde, aynı zamanda, yazarın kendisine doğru yaklaşan hayranlarını Annie Wilkes gibi hayal ettiğini görüyoruz. Bu da bize kendisinin, hayranları ve eserleri çevresinde bir hayal dünyası kurmuş olabileceğine dair ipucu niteliğinde oluyor.

“Misery” bu haliyle basit bir stalker hikayesinin ötesinde, derin katmanlar barındıran ve Stephen King’in en çok sevilen beyazperdeye uyarlanan işlerinden birisidir diyebiliriz. Paul Sheldon hikâyede seçme şansı olmayan muhtaç biri olabilir fakat Annie Wilkes’in hayranlığının, hayran olduğu kişi yüzünden mi yoksa kendi içinde bulunduğu saplantılardan dolayı mı belirdiğini anlamamız gerekli. Aksi takdirde bu şekilde davranan insanlara alan vermek; hayran, arkadaş veya sevgili, kim olursa olsun, kişi için zararlı bir yapıya ulaşabiliyor.

Baby Reindeer’a; en çarpıcı haliyle, sahip olma duygusunun beğenmenin ötesine geçtiğinde karşıya ne kadar zararlı olabileceğini ortaya koyan, gergin ve sürükleyici bir kült yapım olarak sinema tarihinde yer alan “Misery” filmini bizlere hatırlattığı için teşekkür ederiz.

Yazar

Geceleri avukatlık, gündüzleri öğrencilik, bazen yazarlık, bazen gamerlik yapar. Meraklarının kurbanı, özgürlüğünün kölesi, analizlerin şelalesidir. Batman rolü için gelecek tekliflere de her zaman açık. Kendini 5 yıl sonra nerede görüyorsun diye soranlara "Düşün Emekçisi" cevabını verir.

YAZARA AİT DİĞER YAZILAR

bunu sevenler bunları da okudu

“Evet, Deep Purple Hala Var. Peki Ya Sen…?”

“Aa o grup hala var mı ya?” Bu hafif alaycı soru, benim gibi 40’larına gelmiş…

Doğu Yücel Röportajı: Bruce Dickinson ile “Altın Yıllara Adım Zamanı”

Iron Maiden’ın solisti Bruce Dickinson’ın 19 Temmuz’da İstanbul’da vereceği konser öncesinde gruba hayranlığı ile tanınan…

Milyon Dolarlık Doğaçlama: Random Access Memories

Random Access Memories, Fransız ikili Daft Punk’ın dördüncü ve son albümüdür. 17 Mayıs 2013’te yayınlanan…