“Evet, Deep Purple Hala Var. Peki Ya Sen…?”

“Evet, Deep Purple Hala Var. Peki Ya Sen…?”

“Aa o grup hala var mı ya?”

Bu hafif alaycı soru, benim gibi 40’larına gelmiş ve çocukluğundan beri rock/metal dinleyicisi olan insanlar için oldukça tanıdık bir durum. Üniversiteden sonra dinlemeyi bıraktığımız rock gruplarının müziği de bıraktığını sanan insanlar bunlar, tahminimce. Ya da bu müziği sadece gençken dinlenecek, olgunlaşıldığında ise terkedilecek bir tarz olarak görenler, “ben artık olgunlaştım” diyerek gençliği reddetmenin bir yolunu buluyorlar belki de.

25 Haziran’daki Deep Purple konserine gitmeden önce de birkaç kez bu soruyla karşılaştım. Tabii bunun altında, 1968’de kurulan ve neredeyse elli yıldır varlığını sürdüren bir grup olmanın etkisi var elbette. Toplamda yirmi üç stüdyo albümü yayınlamış bu topluluk, kariyerleri boyunca birçok üye değişikliği yaşamış olsa da 1969’dan bu yana orijinal üç üyesiyle – davulda Ian Paice, basta Roger Glover ve solist Ian Gillan – yoluna devam ediyor. Yaş ortalaması yetmiş yedi olan bu üç ihtiyar delikanlıyı konuşuyoruz.

1998’den beri altıncı kez İstanbul’a gelen Deep Purple’ı izlemek için hafif serin bir Haziran akşamında Küçükçiftlikpark’a ulaştığımda, dikkatimi çeken şey sahnedeki dinleyici kitlesinin çok çeşitli yaş gruplarından oluşmasıydı: Yirmili yaşların başındaki üniversite öğrencilerinden, grupla aynı yaşlarda olan rock severlere kadar. Özellikle hoşuma giden ise, ergen çocuklarıyla birlikte gelen ebeveynlerdi. Bu manzara, Deep Purple’ın zamansızlığını en iyi anlatan şeydi.

Biralarımızı aldık ve ışıklar birden söndü. Sahneye kurulan dev ekrana yansıyan Star Wars vari görkemli bir video girişinden sonra konser, beklendiği gibi Highway Star ile başladı. İlk şarkıdan itibaren, grup üyelerinin yüksek yaş ortalamasına rağmen enstrümantal performanslarının hala etkileyici olduğunu görebiliyorduk. Solist Gillan’ın sesinin maalesef iyi korunamadığını duyduk, ancak grup enerjisiyle izleyiciyi coşturmayı başardı.

Efsanevi Machine Head albümünün giriş parçası olan Highway Star’ın eğlenceli bir bestelenme hikayesi var: Bir muhabir grup üyelerine nasıl şarkı yazdıklarını sorduğunda, gitarist Ritchie Blackmore eline akustik gitarını alır ve o an uydurduğu bir riff çalar. Ian Gillan da üstüne doğaçlama şarkı sözleri söylemeye başlar. Muhtemelen muhabirin şaşkınlığı içinde biten röportajdan sonra grup, bir rock klasiğine dönüşecek şarkıyı kısa sürede düzenler ve aynı akşam konserde çalar. Konseri izlediyse muhabirin şaşkınlığı ikiye katlanmış olmalı.

En son albümden A Bit on the Side ve …in Rock albümlerinden Hard Lovin’ Man ile Into the Fire klasiklerinin ardından sıra, grubun en genç üyesi McBride’ın gitar solosuna geldi. Arkadaki dev ekranın önünde sahnede tek başına olan gitarist, iyi rejinin de etkisiyle görsel ve işitsel saykodelik anlar yaşattı. 2013’ten Uncommon Man’e bağlanan solonun ardından yine bir klasik Lazy ortamı yeniden coşturdu. Gillan’ın ve diğer grup üyelerinin biz dinleyicilerle sürekli sıcak bir iletişim kurmayı ihmal etmediğini belirtmek isterim.

Portable Door ve Anya’dan sonra 78’lik bir diğer ihtiyar delikanlı Don Airey’in solo gösterisi başladı. Star Wars fanfare, Türk Marşı ve İstiklal Marşı’ndan bölümler ile dinleyicilerin sempatisini kazanan Airey, solosunun arasında bir kadeh şarap molası vermeyi de ihmal etmedi. Yeni albümden Bleeding Obvious’un ilk yarısında ise teknik bir aksaklık sonucu Gillan’ın vokalini hiç duyamadık. Ancak profesyonelliğinden bir şey kaybetmeyen grup şarkıyı sorunsuz tamamlayıp hemen iki klasik ile gönlümüzü aldı: “C’mon!, c’mon!” Space Truckin’ ve hep bir ağızdan söylemekten bıkmadığımız Smoke on the Water.

Ve encore: Önce grupla özdeşleşen unutulmaz Joe South yorumu Hush geldi. Art arda gelen klasiklerle başımız dönerken şarkının solo bölümünde McBride ve Airey atışmasında çok eğlendik. Hemen ardından geceyi kapatan rock marşı Black Night’ta ise artık tüm dinleyiciler olarak tek ses olmuştuk: “Black night is a long way from home!”

Müthiş saykodelik bir soloyla kapanan şarkı ile gece de sonlanmıştı. Grup tüm nezaketiyle dinleyicilerine teşekkür edip veda etti. Biz de en sevdiğimiz ve bizi hayata bağlayan müzik tarzının yaratıcılarından ve ilham kaynaklarından biri olan bu dev grubu dünya gözüyle canlı olarak deneyimlediğimiz için kendimizi çok şanslı saydık.

Dönüş yolunda taksiyle “evimden uzak kara bir gece”nin içinden geçerek Beyoğlu’na giderken, artık bana “o grup hala var mı ya?” diye soranlara aynı alaycılıkla vereceğim cevabı biliyordum.

YAZARA AİT DİĞER YAZILAR

bunu sevenler bunları da okudu

Doğu Yücel Röportajı: Bruce Dickinson ile “Altın Yıllara Adım Zamanı”

Iron Maiden’ın solisti Bruce Dickinson’ın 19 Temmuz’da İstanbul’da vereceği konser öncesinde gruba hayranlığı ile tanınan…

Milyon Dolarlık Doğaçlama: Random Access Memories

Random Access Memories, Fransız ikili Daft Punk’ın dördüncü ve son albümüdür. 17 Mayıs 2013’te yayınlanan…

Lanthimos’un Sürreal “Ucuz Roman”ı: Kinds of Kindness

Yorgos Lanthimos, sıra dışı ve alaycı bir bakış açısıyla insan ilişkilerini ve toplumsal normları, kara…