
Kazanan Hepsini Alır : Better Call Saul
“Kristy. Bayan Esposito. Bekle. Selam, Jimmy Mcgill. İçeride tanışmıştık. Selam. Alamadın. Asla alamayacaksın. Bu tarz şeylerle gözünü boyarlar, bir şansın olduğunu söylerler ama üzgünüm bu bir yalan. Çünkü çoktan kararlarını vermişler, sen içeri girmeden vermişlerdi zaten. Sen bir hata yaptın ve bunu asla unutmazlar. Kendileri açısından hatan senin bir parçan… Sen hatadan ibaretsin. Sadece burstan bahsetmiyorum. Her şey hakkında konuşuyorum. Yüzüne gülerler, sırtını sıvazlarlar ama seni asla aralarına almazlar. Ama dinle, dinle! Bunun önemi yok. Çünkü onlara ihtiyacın yok. Sana bunu vermeyecekler mi? Ne olmuş? Sen alacaksın. Ne gerekirse yapacaksın, duydun mu? Kuralına göre oynamayacaksın. Kendi yolunu çizip, onların yapamayacağını yapacaksın. Akıllı olacaksın, kestirmeden gideceksin ve kazanacaksın. Onlar 35’inci kattaysa sen 50’nci katta olacaksın. Ve yükseldikçe senden o kadar çok nefret edecekler. Bu iyi. Bunu gözlerine sok. onlara acı çektir. Çünkü onlar için senin bir önemin yok. Ne olmuş yani? Ne olmuş? Siktir et onları! Unutma, kazanan her şeyi alır.”
(Better Call Saul, 4. sezon 10. bölümden)
Hiç şüphesiz tarihin en iyi dizilerinden biri olan Breaking Bad’in en renkli karakteri olan Jimmy “Saul Goodman” McGill’in nasıl ve ne şartlar altında bu personaya ulaştığını anlatan Better Call Saul’un en vurucu sahnesi (bana göre) budur. Hayatı boyunca fırsat bulamamış, sistem tarafından dışlanmış ve kendi yolunu çizmeye çalışmış bir insanın kendisi gibi olan ve daha yolun başındaki bir hanımefendiye söylediği bu sözler “tutunamamanın” ne demek olduğunu bir tokat gibi yüzümüze vurmaktadır. Sonuçta hiçbir şey nedensiz değildir ve her nedenin de muhakkak bir sonucu olacaktır. Mesele sadece neyi ne kadar istediğimizde saklıdır. Girişi yaptıktan sonra esas olan düzgün bir yazı bina etmektir ve bu 63 bölümlük hikâyenin sayfalara sığmayacak hikayesini anlatmak elbette kolay değildir fakat dilim döndüğünce size bazı açılardan bu muhteşem diziyi aktarmaya çalışacağım.
Not: hala izlemeyenler için ağır spoiler içerir. Lütfen uzak durun.
İnsanın doğası kaosa dayanır. Hepimizin gelişi ve gidişi (bazı ekstrem durumlar hariç) belli bir aynılık içerse de ömür dediğimiz olgu her insanda farklılık gösterir. Şartlar, çevresel faktörler, ekonomik durumlar, zekâ, akıl ve bilinç gibi dahili ve harici durumlar bu başı ve sonu belli olan yolculuğumuzu özel kılar. Peki ya kurmacalar ne kadar gerçek olabilir ki? Özellikle sinema evrenleri bize ne sunabilir? Herkesin eminim farklı bir cevabı vardır ama Vince Gilligan ve Peter Gould yan karakter gibi görünen mükemmel bir esas oğlan yaratmışlar. Her şeyden önce kabullenememenin ve devam etmenin ne demek olduğunu özetleyen ve yukarıda aynen aktardığım bu mükemmel replikle Jimmy’nin neden Saul gibi bir “suçlu avukat”a dönüştüğünün resmini harika yansıtmışlar.
Bu noktada âdettendir, biraz özet geçmek lazım; Better Call Saul, dediğim gibi Breaking Bad evreninin uçarı avukatı Saul Goodman’ın hikayesine odaklanıyor. Küçük yaşlardan itibaren über zeki abisi Chuck’ın aksine, farklı yollara sapmış, “Slippy’n Jimmy” telkinleriyle artık durulma evresine girmiş ve soyadını taşıyan şirkette getir-götürcü olarak çalışmaktadır (bunu, hikâye içerisindeki flashback’ler aracılığıyla öğreniyoruz). Bu sırada, American Samoa Üniversitesi’nde uzaktan hukuk okuyarak avukat olma ve sevdiği kadın Kim Wexler’la mutlu olma hayalleri kurmaktadır. Avukat da olmuştur olmasına ama abisi Chuck (ki kendisinin psikolojik temelli çok büyük bir elektrik fobisi vardır, Jimmy aynı zamanda onun bakımını da üstlenmiştir), bunun gerçek bir avukatlık olmadığını ve yine kısa yollardan başarıya ulaştığını düşünmektedir. Ona gerçek bir avukat olmadığını söyleyerek yargılamasını da yapmıştır. Jimmy kaybetmiştir. Uzakdoğulu bir kadın tarafından işletilen bir manikürcünün arka odasındaki izbe ofisinde basit davalarla ilgilenmektedir ve bunun ötesi zor görünmektedir. Hayat da düzgün yaşamasına müsaade etmemektedir. Bir kez insanın içine dışlandığı düşüncesi girdiyse oradan kolay çıkılamaz.
Jimmy, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunları’nda Hikmet Benol’un söylediği şekliyle, hem tehlikeli oyunlar oynamak istiyordur ama bir yandan da canı hiç yansın istemiyordur. Ne yapsa ne etse kendini seçkinlere kabul ettirememiştir. Dolayısıyla bildiğini okumaktan başka şansı kalmamıştır. Bölgenin önemli bir huzurevinin yaşlılar üzerinden yaptığı usulsüzlüğü tespit eder. Bu, büyük bir davadır belki de ama bu sayede Hamlin & Hamlin Mcgill hukuk bürosuna kabul edileceğini düşünse de isteği gerçekleşmez. Davies & Main ona sahip çıksa da istediği yerde olamamak canını o kadar yakmıştır ki, oradan da kaçar. Düzeni kuranlar, kendileri hariç kimsenin oraya yükselmesine müsaade etmez. İnsan doğası, yükü paylaşmayı sevmez. Jimmy için her şey kestirmeden gitmenin en doğrusu olacağını göstermektedir.
Ve gelelim Kim’e… Breaking Bad evreni bize bazı enteresan insanların enteresan aşklarını çok da gözümüze sokmadan izlettirdi. Skyler ile Walter White, Jesse Pinkman ile Jane Margolis ve Mary ile Hank Schrader gibi… Örneğin, 63 bölüm boyunca dizinin bir diğer ana karakteri kötü görünen iyilik abidesi Howard Hamlin, laf arasında hep eşiyle kötü giden evliliklerinden bahsetse de ne ilişkilerini ne de eşini hiç göremedik. Ta ki, 6. sezonun 5. bölümüne kadar… Maksimum beş dakika süren o sahne; Howard’ın barış işareti desenli hazırladığı latte’nin karısı tarafından hiç görülmeden dökülmesi ve aralarındaki o iletişimsizlik, sevdiğin kişiye ulaşamamanın ne büyük bir illet olduğunu yüreklerimizi dağlarcasına bize yansıttı fakat dizide en ustaca ve en derinlikli işlenmiş aşk, aslında birbirlerinin aynısı olan ama görünürde hiç de benzemeyen Jimmy McGill ve Kim Wexler’ın aşkıdır. İkisini bir araya getiren şey sevgi, tutku, beğeni ya da fiziksel özellikler değildir ki, zaten en temelinde aşk dediğimiz şey, iyi anlaşan iki beyin arasındaki uyum değil midir? Hayata benzer açılardan bakmak, aynı şeylerden keyif almak ve o kişinin yanında olduğunuz gibi olmaktır sizi karşınızdakine bağlayan. Kim ve Jimmy’nin ortak içtiği sigara aslında her şeyi anlatmaktadır. İlk başta soğuk ve ciddi görünen, hayatının merkezine kariyerini koymuş ve en tepeyi hedefleyen bir kadın ile bastığı yerdeki otu kurutan bir adamın böylesine derin aşkını başka türlü nasıl anlatabiliriz, birbirlerinde kendilerini buldukları gerçeğini atlamadan…
İlk başta küçük oyunlarla birbirlerine ısınan ikili, Victor St. Claire ve Giselle St. Claire rolünde zorbaları dolandırarak keyifli vakit geçirdiler. Aslında diziyi izlerken neden Kim gibi başarılı bir avukatın bunları yaptığına anlam verilmese de sağ olsun Gilligan abimiz 6. sezonun 6. bölümünde bu aşkın en temelini bize aktardı. Kim, Jimmy’de annesini bulmuştu, sonuçta ne olursa olsun o da bir dolandırıcının kızıydı. Jimmy de onun yargılanmayacağını ve ne olursa olsun kabul edileceğini anlamıştı. Mesa Verde olayında Chuck’ın huzurevi olayından intikam almak için Jimmy’nin kurduğu tezgâhı bile bile yalan söylemesi, Howard’a kurulan tuzağın aksamaması için büyük bir hayır kurumunun avukatlığının mülakatına gitmeyip oyuna katılması ve Jimmy’nin 4. sezonun finalinde yaptığı efsane savunmanın rol olduğunu öğrendiği halde kaçmayıp orada durması, gerçek aşkın ne boyutlarda olduğunun muazzam bir gösterisi olmuştur.
Bunlara rağmen aşk, bitmesiyle ünlü bir kavramdır. Kartel’in dostu Saul Goodman’a daha fazla dayanamayarak, kendi ifadesiyle, bir arada durduklarında felakete yol açtıklarını ifade edip, ondan severek ayrılmıştır. Jimmy, bu ayrılıktan sonra bizim tanıdığımız Saul’a dönüşmüş ve doğasının gerektirdiği şekilde hayatına devam etmiştir.
Assolistler sahneye en son çıkar sevgili okuyucu. Tabi ki hikayemizin ana kahramanı Jimmy Mcgill olsa da Mike Ehrmantraut’un çok insanca anlatılmış hikayesini de gözlerden kaçırmamak gerekli. Oğlunun başına gelenler, gelini ve torunuyla yaşadıkları ve yine 6. sezonun 6. bölümündeki gözetleme sahnesi onun neden bunları yaptığını çok iyi anlatıyor. Breaking Bad’de Jesse’yi koruyamayan Mike, burada da Ignacio’yu koruyamayıp, bu pis dünyaya bir kurban daha veriyor. Werner Ziegler ismi hepimizin yüreğini dağlayacağı için oraya girmiyorum bile ancak dizi tarihinin en iyi infaz sahnelerinden biri olduğu gerçeğini belirtmeden de geçemeyeceğim.
Kamera kullanımı ve etkileyici sinematografisinden fark ettiyseniz hiç bahsetmedim çünkü ben bir sinema yazarı değilim. Benim vurgulamak istediğim hikâye anlatıcılığı ve bu hikâyeyi anlatırken kullanılan öğelerle ilgili çünkü Better Call Saul bir spin-off’tan fazlasını ifade ediyor. İnsan doğası, hırslar, aşk, zekâ oyunları ve insanın istediğinde nelere yol açabileceğini anlatıyor. Walter White öncesi Albaquerque’sinin de çok farklı olmadığını gösteriyor aslında.
Son olarak, büyük bir Succession hayranı olsam da, Bob Odenkirk’ün Emmy alamamasını büyük bir rezillik olarak değerlendirmeyi de kendime borç biliyorum. Unutmayın, eğer başınız dara düşerse Saul’u arasanız iyi olur!