
Milyon Dolarlık Doğaçlama: Random Access Memories
Random Access Memories, Fransız ikili Daft Punk’ın dördüncü ve son albümüdür. 17 Mayıs 2013’te yayınlanan bu albüm, yapılış tarzıyla diğer albümlerinden oldukça farklı ve bu iki robotun bu dünyadan öğrendiği, analiz ettiği, deneyimlediği duyguların ve müziklerin yansımasıdır. Önceki albümlerinde sıklıkla kullandıkları “sampling” tekniğini bu albümde yalnızca bir şarkılarında kullanan ikili, 70’ler/80’ler disco ve rock’ını bir kenara bırakıp sevdikleri, imrendikleri ve saygı duydukları sanatçıları bir sample kütüphanesi olarak kullanıp alışagelmiş tekniklerine yeni bir bakış getirdiler. Kulağa distopik bir kavram olarak geliyor olsa da Daft Punk’ın aradığı şey buydu. Sonuçta kendileri sadece birer robottu ve belki de sonsuza kadar var olan şarkıları sample’layıp yeni ürün çıkartabilecek kapasitedelerdi. Onların aradığı şey, severek dinledikleri ve kesit olarak kullandıkları parçaların özüne inmekti. Bu parçaların özünde sevdikleri sanatçılar yer alıyordu. Onlar da, çeşitli sanatçılar ile çalışarak, improvize ederek, jam’leyerek yepyeni bestelere yelken açtılar ve zaten bildikleri sample’lama işini bu sefer insanlar ile yaptılar. Paul Jackson Jr., Giorgio Moroder, Chilly Gonzalez, Julian Casablancas, Paul Williams, Caswell, Pharell Williams, Nile Rodgers, Todd Edwards, Panda Bear ve DJ Falcon gibi birçok sanatçıyla beraber çalışarak bu albüme can verdiler. Mix ve mastering konusunda doruk noktasının neresi olduğunu bize gösterdiler. Albümde yer alan hiçbir enstrüman ne eksik ne fazla ne de yetersizdi. Her bir sesin kaydında, mühendisliğinde, yapımında; asla pahalılıktan ve kaliteden ödün vermeyen bu havalı kasklı karakterler, bu albüme 5 adet Grammy kazandırdılar.
9 Eylül 1999’da stüdyoda çalışırken bir kaza olmuş ve bu ikili, sample’larının patlaması sonucu robota dönüşmüşlerdi. Bu andan itibaren birer robot olan Guy-Manuel de Homem-Christo ve Thomas Bangalter, RAM albümüne kadar insanlığı incelediler. Fransız House müziğinin öncüsü olmalarıyla başlayan serüvenleri RAM ile sona erdi. RAM’dan bir önceki albümleri diğer çalışmalarına göre daha distopik ve minimalist bir albümdü ve genel olarak da arka planda kalan bir albüm olmuştu. Human After All (2005) albümlerinden sonra kendilerine 8 yıl zaman tanıyan robotlar, Random Access Memories albümü ile farklı bir hissiyata adım attılar.
Robotlar müziğe tekrar hayat vermek istiyorlardı, “Give Life Back to Music” parçasıyla albüme sağlam bir disko girişi yaparak kelimesi kelimesine ne istediklerini bize anlattılar.
Takımlarını giyip bir dans kulübünde dans etmek, kendilerini dansa bırakmak istiyorlardı; “Lose Yourself to Dance” ve “Doin’ It Right” parçalarıyla bunu yaptılar. Dans ve eğlenme konseptini bu albümde de üstüne basarak gösterdiler.
Bu robotlar birer müzik aşığıydı, bazen bizi, önceden de yaptıkları gibi, duygusal parçaları ile ya göğe çıkartacaklar ya da yerin dibinde hissettireceklerdi. “Touch” parçası ile bize, bu iki hissi de yaşattılar.
Albümdeki bir diğer şarkı olan “The Game of Love” şarkısının bir ayrılık şarkısı olduğunu hemen anlıyoruz fakat kulağa hoş gelen ve ilginç olan şey ise robot olduğuna inandığımız bu personaların aşk gibi insani bir hissi deneyimleyip bu şarkıyı çıkarmış olmaları. Ne olduğunu, neden olduğunu, ne zaman olduğunu bilmiyoruz fakat bilmemize de gerek yok. Şarkıyla bizler de bağdaşabiliyoruz ve albümün tamamında önemli olan da bu.
Bir diğer yandan bu albümde ikili, GLBTM dışında iki parçada mikrofonu ellerine alıp o büyüleyici robotik vokalleriyle hislerini dile getirmek istiyorlar. Bu parçalardan biri varoluşsal bir öz arayışı anlatan “Within”, diğeri ise albümün mottosunu içinde barındıran kalıplara sığmama konseptiyle hep daha öteye gitmeyi hedefleyen “Beyond” parçası. The Game of Love’da olduğu gibi böylesine soyut kavramlar üzerinden parçalar çıkarmaları bu parçaları daha değerli kılıyor çünkü Daft Punk robottur ve güzel olan da budur. Onlar devrelerden, 1’ler ve 0’lardan, bilgiyi ne kadar hızlı işlediklerinden, anakartlardan (teknik olarak albümde “Motherboard” diye sözsüz bir parçaları olsa da) bahsetmezler.
Geriye kalan “Get Lucky”, “Instant Crush”, “Fragments of Time”, “Touch” parçaları da bunu destekler niteliktedir. Robotların bizden istediği ise şarkıların ifade ettiği anlama bakmadan veya anlamını deşifre etme ihtiyacı duymadan sadece onları dinleyip hissetmektir.
Belli ki, robotların aklında biriken birkaç düşünce, içlerinde sıkışan hisler varmış. Gelecek ve geçmiş arasında, insan ve robot arasında bir köprü aramışlardı, bulamayınca da kendileri inşa etmişlerdi.
Albümün bize vermek istediği temel fikir, sevdiğin bir şeyi yaparken kendini kaybetmek ve belirli bir kalıba sığmama üzerinden devam ediyor. Parçalardaki sözlerde ve yapımda bunu sık sık görsek de müzikal anlamda “Giorgio by Moroder” bunun birebir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Şarkı, ünlü sanatçı ve DJ Giovanni Giorgio Moroder’in müzik üzerine olan monoloğu ile, groovy ve ritmik bir disko parçası olarak başlıyor. Devam ettikçe müzik kalıba sığmıyor ve kendisini orkestral, jazz ve rock elementleri ile süslüyor. Parçanın bestesi de, tam anlamıyla müzikal bir yolculuğa çıkarıyor. Vokallerde bile Moroder’in farklı dönemlerini temsil etmesi için üç farklı mikrofon kullanılmış. Bu mikrofonlardan biri 50’leri, biri 70’leri ve diğeri de geleceği temsil ediyor. Giorgio’nun sözleri ise parçayı açıklıyor. “Bir konsept olarak ahenk ve müziğin ‘doğru’ olduğu fikrinden zihninizi özgürleştirdiğinizde istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Bu yüzden, bana ne yapmam gerektiğini kimse söylemedi. Ve ne yapmam gerektiği konusunda önceden belirlenmiş bir fikir yoktu.” Bu sözler aynı zamanda Daft Punk’ı da özetler nitelikte. Her şarkıda yeni şeyler denemekten çekinmeyen ikilinin önceki albümlerinde de durum böyleydi diyebiliriz. Yani her albüm birbirinden farklı seslere sahip olsa da, günün sonunda hepsi Daft Punk’tır.
Sample kullandıkları tek şarkı olan “Contact” parçası, bir veda niteliğinde. NASA’nın Apollo 17 misyonundan alınmış bir ses kaydıyla başlayan parça, arka planda The Sherbs’ün “We Ride Tonight” şarkısından kesitler barındırıyor. Karşısında gördüğü objenin belirsizliği hakkında konuşan astronotun sözleri, parçanın merak uyandırarak başlamasını sağlıyor. Bu albümdeki sample kullanmaya karşı olan tavırlarını son parçalarında bozmaları, onların geçmişe bir selam çakışı gibi. Bana göre bu parçanın anlatmak istediği, dünya atmosferinden çıkıp uzayın boşluğunda kaybolmaktır. Parça; gittikçe artan aritmik gürültüler, cızırdayan sinyallerle bir bilgisayar programının kapanması gibi son buluyor ve Daft Punk’ın aramızdan ayrılışını dinliyoruz.
Nereye gittikleri bilinmez fakat bıraktıkları, müzik endüstrisini baştan aşağı değiştiren yapıtlar oldu. Birçok kaynak Random Access Memories’in tarzı için uzun tamlamalar kullansa da bana göre bu albümün tarzı sadece Daft Punk’tır ve bu tanım, hepsini kapsayacak niteliktedir. Daft Punk tarzı; rock, disco, pop, progresif temeller ve orkestral elementlerin hepsini bünyesinde barındırır. Başından beri de amaçladıkları budur, yani bir kalıba sığmamaktır.
Aramızdan ayrılmış olsalar da, albümün 10. yıldönümü için bize bıraktıkları demo ve paylaşmadıkları diğer kayıtları dinleme fırsatına erişmiş olduk. Buradaki parçalar, Daft Punk açlığımızı doyurması dışında, RAM için ne kadar yüksek bir seviye koyduklarını gösteriyor çünkü albüme koymaktan vazgeçtikleri parçaların bile dinleme zevkinin çok yüksek olduğunu görüyoruz. Daft Punk’ın bulduğu bu yeni formül, beni yeni projeleri için meraklandırmış olsa da ayrıldıkları haberi milyonlarca hayranını üzdü. Belki de gelecekte aramıza dönerler, bilemiyoruz fakat dünyamıza bıraktıkları parçalar için çok mutluyum.