
Petrole Tapanlar, Sahte Peygamberler ve Vahşi Kapitalizm Üzerine:
There Will Be Blood
2007 yapımı, Paul Thomas Anderson imzalı, başrollerini Daniel Day-Lewis ve Paul Dano’nun paylaştığı Türkçe ’ye “Kan Dökülecek” ismiyle çevrilen “There Will Be Blood” isimli film Upton Sinclair’in “Petrol” anlamına gelen “Oil!” isimli kitabından uyarlamadır. 2008 yılında dağıtılan Oscar Ödüllerinde 8 dalda adaylığı bulunan film, o dönemin diğer önemli filmi Coen kardeşlerin “No Country For Old Man” filminin kurbanı olmuş gibi görünüyor, zira sadece en iyi aktör ve en iyi sinematografi dallarında ödüllere layık görülmüş. Ayrıca İngiliz Guardian gazetesinin de bu filmi 100 film arasından, 21.yüzyılın en iyi filmi seçtiğini belirtelim[1]. O kadar tepede olması normal mi bilinmez, ama bu çağın en kaliteli ve bence kült işlerinden biri olduğu aşikâr.

Film için hazırlanan bu afiş aslında senaryonun yaslandığı alt metinler hakkında gereken ipuçlarını en baştan veriyor. Afişteki kızıllık kanı temsil ederken, simsiyah resmedilen zemin petrolü sembolize ediyor, bir parçası Hac şeklini barındıran rafineri de din ve kapitalizm ilişkisini temsil ediyor. Film kabaca hırslı bir petrolcü olan Daniel’in Kaliforniya’nın küçük bir kasabasındaki arazileri ele geçirme mücadelesini ve kasabanın nüfuzlu rahibi Paul Sunday ile bu uğurdaki işbirliğini ve anlaşmazlıklarını anlatıyor.
Filmin açılış sekansında filmin esas kahramanının doğuşunu izliyoruz: Petrol. Bu sekansta insanların kazarak, debelenerek ve daha sonrasında bir takım düzenekler yardımıyla bir kuyudan petrol çıkarma çabasına şahit oluyoruz. Yaklaşık 14 dakika süren bu sahnede aslında bu işin ne kadar kötü şartlar altında yapıldığını, petrolün ne kadar pis ve iğrenç göründüğünü ancak bu kötü çalışma koşullarında bile insanların sağlıklarını, hatta canlarını kaybetme pahasına nasıl istekli çalıştıklarını görüyoruz. Daniel’in hırsı ve kararlığı daha ilk sahneden dikkatimizi çekiyor. Bu kısımda diyalog olmaması, yönetmenin odağımızı sadece bu eyleme sabitlemek istediğini gösteriyor.
Hikaye de tam olarak burada başlar çünkü çalışanlardan biri ölür ve Daniel, öksüz kalan bebeği evlat edinir.
Yönetmen yıllar sonrasına keser. Bebek büyümüş, Daniel de işlerini büyütmüştür. Daniel çocuğunu araçsallaştırarak kendini, eşi vefat eden mazbut bir aile babası gibi göstermekte ve sempatik tavırlarla kitlelere hitap etmektedir. Bunun dışında Daniel’ın ailesi veya bir akrabası hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Sadece filmin bir noktasında Henry isimli biri Daniel’ın kardeşi olduğu iddiasıyla karşısına çıkar ancak onun da yalan söylediği anlaşılır. Daniel’ın akrabalık bağı kapsamında bile seveni yok, bir sevgilisi veya arkadaşı yoktur.
Daniel, Kaliforniya’da bulunan küçük bir kasabada, petrol barındıran araziler olduğunu haber alır ve oraya gider. Sırt çantasının çarmıh gibi görünmesinden de yola çıkarak (bu bize Hz. İsa’yı çağrıştırdı) mütevazi, tarımla uğraşan bu köye bir sahte peygamber tarafından yeni bir din tebliğ edildiğini söyleyebiliriz : Kapitalizm.
Tek başına bu dini yayması ve bu din üzerinden insanları sömürmesi mümkün görünmediğinden, Daniel, kasabanın, kendisine tehdit olarak gördüğü rahibi Paul Sunday ile mecburi bir ittifak kurmak zorunda kalır. Paul (Paul Dano), görünürde oldukça mütevazi ve disiplinli bir şekilde dini kalıplara kendini yerleştirmiş gibi davransa da sonradan anlıyoruz ki amaç olarak gösterdiği her şey birer araçtır. Paradan, siyasi nüfuzdan ve başkaca birçok avantajdan yoksun bu adam, kitleler üzerinde iktidar kurmak için kaybolmuş ve eğitimsiz insanları hayata bağlayan “din”i kullanmaktadır. Kırsal kesimde yaşayan, eğitim olanağından ve özgür düşünceden yoksun bu insanlar kararlarını hep başkalarının eline bırakmışlar veya aksaklıklara muhalefet edememektedir.
Belki bu noktada Machivelli’nin “Prens” isimli kitabını da anmak gerekir. Machivelli birçok teze referans olmuş “Prens” isimli kitabında aslında kabaca politik konulara değinir, politikanın etik ve ahlaki değerlerle ilişkili olmadığını savunur ve acımasız bir pragmatizmle hedefe giden her yolun mubah olduğu sonucuna varır. Bunun manipülatif yollardan nasıl yapılacağını veya yapıldığını ortaya koyarak, argümanlarının altını doldurmaya çalışır. “Kan Dökülecek” siyasi bir film değil ama mikro düzeyde, bir yörede siyasi organizasyona benzer bir yapıyı, o yapı içindeki ayak oyunlarını, parayı, propagandaları işlemesi bakımından Machivelli’nin öğretileriyle benzerlikler ihtiva ediyor. Zaten, filmdeki ana karakterlerin hepsi sahtekâr ve tamamen “göründükleri gibi olmayan” kişiliklerdir.
Daniel, Rahip Paul Sunday’in cemaatinin sahip olduğu topraklardaki petrole talip olduğundan Paul ile bir anlaşma yapıp, kiliseye belli bir miktar para aktarmayı kabul eder. Rahip Paul, cemaat üzerinde tam bir otorite olduğundan, cemaat kayıtsız şartsız rahip Paul’a itimat etmektedir. Hatta film, bazı komik sayılabilecek vaazları, insanların ciddiyetle dinlediğini göstererek bu durumu izleyiciye ispatlamaktadır. Daniel başlarda rahip Paul’un otoritesiyle mücadele etse de, belli bir süre kazanmayı başaramaz. Paul’un Daniel’i kilisede diz çöktürmesi, aslında aralarındaki güç dengesini net şekilde ortaya koymaktadır. (Burada dinin kitleler üzerindeki etkisi ve kapitalizmle ilişkisi çok iyi sembolize edilmiş.) Fakat Paul burada sınırı aşmıştır. Machievelli’ nin kitabında dediği gibi: “İnsanları ya okşayacaksın ya tepeleyeceksin; aslında, hafif hakaretlerin öcünü alabilirler ama ağırlarına güçleri yetmez; o yüzden, bir insana yapılacak hakaretin derecesi onun öç almasından korkulmayacak kadar olmalıdır.” Daniel için intikam soğuk yenen bir yemektir, Hz. İsa’nın emrettiği gibi –ancak dini değil, maddi motivasyonla- başına bu gelenlere karşı diğer yüzünü döner, Paul’u ürkütmez ancak filmin sonunda, Paul’e belki de en zayıf anında kat kat daha fazlasıyla bu olanların karşılığını verir.
Daniel’ın üvey oğluyla son sahnelerde konuşmasından da anlıyoruz ki artık hayattaki amacı para da değildir, zaten ona yüz yıllarca yetecek serveti elde etmiştir. Yaptığı işi, kariyeri, şirketi onun için bir tatmin aracına dönüşmüştür. Maddi olarak her şeye sahip olsa da, kronik varoluş problemlerinden bir türlü kurtulamamaktadır. Daniel ancak yaptığı bu işle var olabilmekte, kendini tatmin edebilmektedir. Filmde Daniel’in bir kadınla ilişkisini, öpüşmesini, seksini vs. de görmüyoruz. Geçmişinde yaşadığı travmalar, sevgi ve ilgi eksikliği, ailevi problemleri, Daniel’in hayatta değer verdiği şeyleri ve amaçları direkt etkilemektedir. Sonuç olarak, Daniel’ın işlerinin büyümesine katkı sağlayan oğlunu da tehdit olarak görüp, ilişkisini kestiğini belirtelim.
Filmin en sonunda ise Daniel, başlarda yenemediği Paul’u adeta mars eder. Paul para karşılığında, Daniel’in satın alamadığı bir toprak parçasının alınmasında yardımcı olabileceğini söyler. Ancak Paul ile Daniel arasındaki denge bozulmuştur, Paul’un paraya ihtiyacı var gibi görünmektedir, cemaati üzerinde eski etkisi yoktur ve Daniel geçen yıllarda daha da güçlenmiştir. Başlarda Paul’a muhtaç olan Daniel’in artık ona muhtaç olmadığını anlayabiliyoruz. Daniel, Paul’u ürkütmeden tuzağını kurmuş, başka mühendislik yöntemleriyle Daniel’ın arkasından dolanmıştır. Son sahnede Daniel, adeta “milkshake’e batırılmış bir pipet” Paul’un bahsettiği arazideki tüm petrolü zaten emdiğini anlatır. Artık Daniel’in dinle bir işi kalmamıştır. Kapitalizmi anımsatan bir mekânda, bowling salonunda, lobutla vahşice Daniel’i öldürür. Bu sahneyle anlaşılıyor ki, Daniel aslında kendi bilinçaltının drenajını yapmış ve “varolmuştur”. Bastırılmış duyguları petrol gibi yüzeye fışkırmış, şiddet onun çevresinde olanlara gösterdiği doğal bir reaksiyona evrilmiştir.

Nasıl ki bir “pipet” ile komşunun petrolü çekiliyorsa, gerçek dünyada savaşlarla da başka coğrafyalardan bu tarz bir drenaj yapılıyor. Siyasi elitler devletlere hakim oluyor ve dünyanın gideceği rotayı belirliyor. Özellikle Amerika’daki koyu kapitalist kanadın ne kadar muhafazakâr olduğundan yola çıkarsak, dinin de günümüzde, kitleler üzerindeki hakimiyetin pekiştirilmesinde ne kadar büyük bir rol oynadığını anlarız. Nihayetinde bir bakıyoruz petrol bulunuyor, kutsal bir istila başlıyor ve kan dökülüyor, bu düzen hiç şaşmıyor.
[1] https://www.theguardian.com/film/filmblog/2010/jan/01/best-films-noughties-there-will-be-blood